1 Haziran 2012 Cuma

“GAFLET” NE DEMEKTİR?

“GAFLET” NE DEMEKTİR?
 Küçük bir çocuğun mutlu ve neşeli tavırları insanları imrendirir. Çünkü, büyükleri için oldukça önemli olan, üzerinde uzun uzun düşündükleri, ciddi kararlar aldıkları, tepki gösterdikleri olayların onun için bir anlamı yoktur. Örneğin, ne ekonomik krizler, ne doğal afetler, ne dünyada yaşanan savaşlar, ne de uygulanan zulümler onun için bir şey ifade etmez. Etrafında olup bitenlerden habersiz bir şekilde acıkmak, susamak ve oyuncağını kaybetmek gibi nedenlerin dışında hiçbir şeyden huzursuzluk duymadan kendi dünyasında yaşar. Huzurunun kaçmasına neden olan bu sebepler olmadığı sürece de şuursuzca uyumaya, oynamaya ve gülmeye devam eder.
Ne var ki, birçok insanın -her ne kadar ilk bakışta fark edilmese de- şuur olarak bu küçük çocuktan pek farkı yoktur. Bu şuursuzluk, Allah’ın ve ahiretin varlığı, kendisinin yaratılış amacı, ölümün mutlaka gerçekleşecek kesin bir gerçek olduğu, öldükten sonra her yaptığının hesabının Allah’a muhakkak verilecek olması gibi en önemli gerçeklerin kavranmasında yaşanır.
İnsanların büyük bir çoğunluğu, Allah’ın açık ayetlerinden, emir ve yasaklarından habersiz bir şekilde, sadece kendi istek ve arzuları doğrultusunda yaşarlar. Bu insanların, dünya nimetlerine sahip olmak, mutlu olmak, eğlenmek, nefsani arzularını tatmin etmek dışında başka bir istekleri yoktur. Sadece dünyanın çekici süsüne ilgi duyar ve istedikleri şeylere sahip olmak için yaşamları boyunca çaba harcarlar. En büyük sıkıntıyı ise, bu çabalarının boşa çıkması ya da ellerindekini yitirmeleri sonucunda yaşarlar.
Oysa yalnızca kısa bir süre yaşadıkları dünya hayatı herşeyiyle bir gün sona erecektir. Onlar ise, kendileri ve Allah’ın hoşnutluğundan uzak bir hayat süren diğer insanlar için hazırlanmış olan şiddetli ve ebedi azaptan habersizdirler. Büyük bir korku ve sıkıntı duyacakları ahiret gününe doğru ilerlerken dünyanın geçici süsüne tutkuyla bağlanıp sadece dünyevi tutkularını kaybetmenin endişesini ya da üzüntüsünü duyarlar.
İnsanların, Allah’ın açık delillerine, emir ve uyarılarına rağmen gösterdikleri bu şuursuz, kayıtsız ve ilgisiz tutumlarına “gaflet” adı verilir.

Allah her insan için bedeni de dahil olmak üzere, baktığı her yerde Kendi varlığını hatırlatacak türlü güzellikler ve nimetler yaratmıştır. Hayatımızın her anı, gözümüzü çevirdiğimiz her yer, saymaya güç yetiremeyeceğimiz yaratılış mucizeleriyle donatılmıştır. Bu gerçek Kuran’da şöyle bildirilmektedir:
Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah’ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara Suresi, 164)
Sabah kalktığınız andan itibaren akşam tekrar yatana kadar yaptıklarınızı, karşılaştığınız olayları ve görüntüleri düşünün. Uyandığınızda ve aynaya baktığınızda, uzun bir uykudan sonra tekrar canlanan ve sizin hiçbir müdahaleniz olmadan, kendiliğinden tüm fonksiyonlarını eksiksizce sürdüren bedeninizi görürsünüz. Tek bir hücrenin çoğalmasından meydana gelen, şu anda da yaklaşık 100 trilyon hücreden oluşan, simetrik ve estetik bir görünüme sahip, siz hiç farkında değilken içinde peş peşe yüzlerce kusursuz ve karmaşık işlemin meydana geldiği bedeniniz bir gün önceki haliyle karşınızdadır.
Ancak çoğu insan bu gerçeklerin şuurunda olmadan hareket eder. Sabah kalktığında aynaya bakarken genelde yüzünün genel görünümü, bakımı veya saçlarının şekli dışında başka bir şeyi aklına getirmez. Zihninde genelde iş, okul ya da gün içinde yapacakları dışında bir düşünce yoktur. Oysa çoğunluğun dikkatinden kaçan gerçek şudur: Yeni başlayan bir günle tüm insanlara Allah’a yönelmeleri ya da O’na olan yakınlıklarını artırmaları için yeni bir fırsat daha verilmiştir. Belki de bu fırsat kişiye tanınmış son bir fırsattır. Kim bilir belki de o gün dünyada geçireceği son gündür. Ne yazık ki, insanların büyük çoğunluğu kendilerine verilen bu fırsatın farkında değildir. Bu nedenle de genelde zihinlerini, Allah’ı değil kendilerini ya da çevrelerindeki insanları hoşnut etmeyi düşünerek ve bunun planlarını yaparak meşgul ederler. Bu durumu bir örnekle açıklayalım:
Bir bilgi yarışması düşünün. Yarışmayı kazanana çok büyük miktarda para verilsin. Yarışma sırasında acaba yarışmacı nasıl davranır? Soruları dinleyip cevaplarını düşünmek yerine etrafına bakınıp oyalanır, soruyu soran sunucunun elbisesini, ses tonunu, saçını mı eleştirir ya da sorunun cevabını düşünmek yerine yarın ne yapacağını, ne giyeceğini mi düşünür?
Tam tersi bu kişi büyük bir dikkatle sunucuyu dinler, şuuru tam açıktır. Kısıtlı süresini iyi değerlendirmeye çalışır. Cevabı bulmak için konsantre olur. Başarılı olabilmek için muhakkak ki konu dışındaki hiçbir şeyle ilgilenmez. Aksine elindeki fırsatı en güzel şekilde değerlendirmeye çalışır. Ama söz konusu az önce saydığımız türden anlamsız davranışlarda bulunursa, yarışmacının büyük bir şaşkınlık, şuur kapanıklığı, akılsızlık, kısaca gaflet içinde olduğunu düşünürüz.
Ancak çoğu insanın içinde bulunduğu gaflet hali verdiğimiz bu örnekten çok daha ciddi boyutlardadır. Bu gaflet hali, insanların, Allah’ın kendilerini kulluk etmeleri için yarattığının bilincinde olmadan, Allah’ın emir ve yasaklarından tamamen uzak bir hayat yaşamalarıdır.
Gaflete kapılanlardan olmak, bir insanı helake sürükleyen ana sebeplerden biridir. Gaflet içindeki insan, herşeyin yolunda olduğunu ve toz pembe bir hayat yaşadığını zannedebilir. Herşeyin bilincinde olduğunu ve herşeyi doğru yaptığını düşünmesi, bunun en belirgin göstergesidir. Ancak bu gaflet hali, ahiret günü Allah’ın huzurunda sona erecektir:
“Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir.” (Kaf Suresi, 22)
Artık insan, gaflet halinin hakim olduğu toz pembe dünya hayatında sürekli yüz çevirdiği, inanmamakta direndiği gerçekleri, alenen görmeye başlayacaktır. Daha önce kendisine haber verilen ancak hiç dikkate almadığı cehennem azabı ile karşılaşır. O gün yok olmayı ya da dünya hayatına dönüp Allah rızasını kazanacak şekilde yaşamayı ister. Ancak, kendisi için ebediyen cehennem halkı arasında olmaktan ve sonsuz bir azaptan başka, ‘varılıp karar kılınacak bir yer’ yoktur. Kuran’da kıyamet günü ve hiçbir yere kaçış olmadığının bildirildiği ayetler şöyledir:
Ama göz ‘kamaşıp da kaydığı,’ Ay karardığı, Güneş ve Ay birleştirildiği zaman; insan o gün: “Kaçış nereye?” der. Hayır, sığınacak herhangi bir yer yok. O gün, ‘sonunda varılıp karar kılınacak yer (müstakar)’ yalnızca Rabbinin katıdır. (Kıyamet Suresi, 7-12)
İnkar edenlerin büyük bir korku, çaresizlik ve pişmanlık yaşayacağı kıyamet günüyle karşılaşmadan önce, her insan kendi durumunu samimi bir şekilde gözden geçirmelidir. Şuuru kapatarak, insanı hayvanlardan aşağı bir canlı türüne dönüştüren gaflet belasına karşı, samimi bir kalple Allah’a yönelmek, sürekli Allah’ı anmak ve Rabbimizin gönderdiği Kitap olan Kuran’a tam tabi olmak gerekir.
Gaflette olmadığını ve gaflete düşme ihtimalinin bulunmadığını düşünerek kendini müstağni (bu durumdan uzak) görmek büyük bir hatadır. Çünkü müstağniyet insanın gaflet hastalığına her an yakalanabileceğinin bir göstergesidir. Şeytan hiç durmadan, en küçük fırsatı bile değerlendirmekten kaçınmayarak, insanı gafletin içine sokmaya ve kendisiyle birlikte cehenneme sürüklemeye çalışmaktadır:
İnsanlardan kimi, Allah hakkında bilgisi olmaksızın tartışır durur ve her azgın-kaypak şeytanın peşine düşer. Ona yazılmıştır: “Kim onu veli edinirse, şüphesiz o (şeytan) onu şaşırtıp-saptırır ve onu çılgın ateşin azabına yöneltir.” (Hac Suresi, 3-4)
Gayet açıktır ki gaflet, her insanı hiçbir ortam ve şart gözetmeden, şeytanın ve nefsin telkinleriyle sarıp kuşatmaya çalışmaktadır. Ancak gaflet yalnızca gaflet içinde kalmak isteyenlerin peşini bırakmaz. Gaflet içinde kalmaya, şeytanın dostu olmaya razı olmayan vicdanlı kimseler için ise, kurtuluş yolu her zaman açıktır. Allah gafletten kurtulmanın yollarını Kuran’da ayrıntılı olarak bildirmiştir. Allah’ı sürekli anmak, O’na yönelmek, O’ndan korkup sakınmak ve her an O’nun rızasını aramak gafleti yok eder, insanı üstün bir şuura, akla ve imana kavuşturur. Bu da -her ne kadar şeytan aksini telkin etmeye çalışsa da- en güzel, en rahat, en emin ve en kolay yoldur. O halde, samimi bir biçimde Allah’a yönelip dönen bir kimse hiçbir şey için geç kalmış değildir. Rabbimizin rahmetini umut edebilir. Ayette şöyle buyrulmaktadır:
Rabbiniz, sizin içinizdekini daha iyi bilir. Eğer siz salih olursanız, şüphesiz O da, (Kendisine) yönelip dönenleri bağışlayıcıdır. (İsra Suresi, 25)
Gaflet tüm insanları dikkatli olmadıkları ve Allah’a gönülden boyun eğmedikleri sürece tehdit eden çok büyük bir tehlikedir. Çünkü gaflette olan ya da gaflete sürüklenen bir kişi Kuran’da belirtilen tüm emir ve yasaklara samimi bir şekilde uymadığını, ayrıca her an gaflete kapılabileceğini ya da düşünmediği sürece içinde bulunduğu durumu fark edemez. Dolayısıyla, bu sitedeki yazıları okuyan her okuyucu, kendisinin de gaflette olabileceğine ihtimal vererek okumalı, kendini “müstağni”, yani bu sinsi tehlikeden uzak ve güvende görmemelidir. Çünkü Rabbimiz Kuran’da, “Hayır; gerçekten insan, azar. Kendini müstağni gördüğünden.” (Alak Suresi, 6-7) şeklinde buyurmuştur. İnsan, ancak müstağniyetten kaçındığı zaman Kuran ayetlerini rehber edinerek kendi durumunu tahlil edebilir, eksiklerini ve hatalarını düzelterek, ihmal ettiği konuları telafi edebilir. Çünkü insanın sürekli gaflet içinde kalmasının ve gafletin derinliğinin gün geçtikçe artmasının en büyük sebebi kişinin kendini eksiksiz ve kusursuz görmesi, halinden memnun olmasıdır.
Bu sitenin amacı, gafletin Kuran’a göre tanımını yapmak ve insanları bu sinsi tehlikeye karşı uyarmaktır. Aynı zamanda, kimi insanların bilinçsizce ve cahilce içine düştükleri gaflet halini fark etmelerini sağlayarak, bu durumdan kurtulmalarına yardımcı olmak ve müminleri şeytanın bu sinsi tuzağına karşı her an uyanık ve dikkatli olmaya davet etmektir.

İNKAR EDENLERİN GAFLET HALİ

İNKAR EDENLERİN GAFLET HALİ
Allah’ın varlığını inkar edip, O’nun adının anılmasına dahi tahammül edemeyenlerin içinde bulunduğu durum, gafletin insanı dünyada sürükleyebileceği en son noktaya bir örnektir. Tamamen inkar bataklığına saplanmış olan bu insanlar, Allah’ın sevmediği ve kınadığı, kötü, çirkin ve yanlış olan pek çok özelliği üzerlerinde barındıran kişilerdir.
İnkar eden bu insanlar, isyankar, kibirli, bencil, asabi, yalancı, riyakar, dengesiz bir yapıda, her türlü kötülüğü yapmaya hazır kişilerdir. Menfaatleri söz konusu olduğunda anne-babalarını bile tanımayan bu insanları dünya hırsı kaplamıştır. İstediklerini yapmakta hiçbir engel tanımazlar. Karşılarına çıkan engelleri aşmak için her türlü sahtekarlığı, ahlaksızlığı ve sınır tanımazlığı yapmakta bir sakınca görmezler.

Vicdanlarını tam olarak örtmüş olan bu insanlar, merhamet, şefkat ve acıma duygularını da yitirmişlerdir. Çevrelerine karşı her türlü duyarlılıktan yoksundurlar. Sadece kendileri için yaşarlar. Zihinlerinde nefislerinin bencil istek ve tutkularını tatminden daha önemli bir düşünce yoktur. Gaflet onları öyle sarmıştır ki, kendileri Allah’ı asla anmadıkları gibi, Allah’ın adının anılmasına bile tahammül edemezler. Bir Kuran ayetinde onların bu durumu şöyle ifade edilir:
Sadece Allah anıldığı zaman, ahirete inanmayanların kalbi öfkeyle kabarır… (Zümer Suresi, 45)
Ahireti inkar eden bu insanlar, vicdanlarını rahatlatmak ve kendilerini temize çıkarmak için din aleyhinde konuşmalar yaparak diğer insanları da kendileri gibi inkara sürüklemeye çalışırlar. Kendilerini bekleyen sonsuz azaptan habersiz olan bu insanlar yaptıkları kötülüklerin şuurunda değildirler. Derin gaflet içindeki bu insanların durumu Kuran’da şöyle tarif edilmektedir:

Ahirete inanmayanlara gelince; Biz onlara kendi yaptıklarını süslemişiz, böylece onlar, ‘körlük içinde şaşkınca dolaşırlar’. İşte onlar; en kötü azab onlarındır ve ahirette de en büyük kayba uğrayanlardır. (Neml Suresi, 4-5)
Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalbleri vardır, bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır, bununla görmezler, kulakları vardır, bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179)
Görüldüğü gibi, sonsuz azabın kendilerini beklediğini görmezlikten gelen inkarcılar kendilerini saran gaflet nedeniyle, Kuran’da hayvanlardan daha aşağı bir konumda tarif edilirler. Kuran’ın tarifiyle, “gafil” olan bu insanların, hayvanlar gibi sadece yiyip içmek ve hoşlarına gideni yapmak dışında başka bir gayeleri yoktur. Bir başka ayette de yalnızca dünyaya odaklanarak yaşamlarını sürdüren gaflet içindeki inkarcıların durumu şöyle tarif edilmektedir:
Onlar, dünya hayatından (yalnızca) dışta olanı (zahir) bilirler. Ahiretten ise gafil olanlardır. (Rum Suresi, 7)
Sadece dünya hayatını düşünerek hareket eden bu insanlar, her devirde kutsal kitaplar, peygamberler ve imanlı insanlar vasıtasıyla, kıyamet gününe ve mutlaka hesaba çekilecekleri gerçeğine karşı uyarılırlar. Yaptıkları kötülüklerin suç olduğu ve bu suçların karşılıksız kalmayacağı, ceza günü ile muhakkak karşılaşacakları hatırlatılır. Eğer Allah’ın emir ve tavsiyelerini uygulamazlarsa, yeryüzünde bozgunculuk çıkaran, kötülüklerle dolu bir yaşam sürdürürlerse, bu durumda sonsuz cehennem azabını tercih etmiş olacakları kendilerine anlatılır. Bu durumda söz konusu insanların Allah’ın uyarılarını dikkate alarak, bütün hal ve hareketlerini, bunların hesabını sorgu gününde verebilecekleri şekilde düzenlemeleri gerekir. Ancak Allah her türlü uyarıya rağmen, bu çok açık ve net gerçeklere karşı kimi insanların kayıtsız kalabildiğini Kuran’da şöyle bildirmektedir:
İnsanların hesaba çekilecekleri (gün) yaklaştı. Onlar, ise gaflet içinde yüz çeviriyorlar. (Enbiya Suresi, 1)

MÜŞRİKLERİN GAFLET HALİ

MÜŞRİKLERİN GAFLET HALİ
İnsanların bazıları İslam’ı Kuran’a göre değil de çevrelerinden edindikleri kulaktan dolma bilgilerle, büyüklerinden duydukları, Kuran ile ilgisi olmayan uygulamalarla yaşarlar. Oysa bu insanlar gerçekte İslam’ın özünden çok farklı bir dini yaşamaktadırlar. Atalarından, geleneklerden kalma, batıl bir dini İslam adına benimsemişlerdir. Bu yüzden, Kuran’ı okusalar bile batıl dinleri ile yorumladıklarından onu gereği gibi anlamazlar. Kuran’da tarif edilen ve Peygamber Efendimiz (sav)’in sünnetinde örnekleri aktarılan gerçek imandan, mümin özelliklerinden tamamen uzak ve habersizdirler. Onların bu durumu Kuran’da şöyle bildirilmektedir:
Ne zaman onlara: “Allah’ın indirdiklerine uyun” denilse, onlar: “Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız” derler. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler? (Bakara Suresi, 170)
Onlara: “Allah’ın indirdiğine ve elçiye gelin” denildiğinde, “Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter” derler. (Peki,) Ya ataları bir şey bilmiyor ve hidayete ermiyor idilerse? (Maide Suresi, 104)

Onlara; “Allah’ın indirdiklerine uyun” denildiğinde, derler ki; “Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız.” Şayet şeytan, onları çılgınca yanan ateşin azabına çağırmışsa da mı (buna uyacaklar)? (Lokman Suresi, 21)

Ayetlerde açıkça bildirildiği gibi, bu insanlar Allah’ın emir ve yasaklarını Kuran’da emredildiği şekilde uygulamazlar. Atalarının izinden giderler. Ayetlerden bu tür kimselerin, doğru yoldan sapmış, şeytanın peşine düşmüş ve cehennem azabına doğru sürüklenen kimseler oldukları anlaşılmaktadır. Bu insanlar atalarının dinini Allah’ın dinine, geleneklerini Allah’ın Kitabı olan Kuran’a tercih ettikleri için büyük bir şirk içindedirler. Bağnazlık ve taassupları, enaniyet ve akılsızlıkları nedeniyle şeytan bu kişileri dinlerinde yanıltmış, onların doğru yolları üzerine oturmuş ve İslam adına çarpık bir din anlayışı benimsemelerine neden olmuştur.
Müşriklerin yaşadıkları bu batıl din, Kuran’da tarif edilenden çok farklıdır. Örneğin, yalnızca başları sıkıştığında ya da son derece çaresiz kaldıklarında, kimi zaman da dünya hayatının faydaları ve nefislerinin istekleri için dua ederler. Kuran’da duanın nasıl tarif edildiğini, ne için ve nasıl dua etmeleri gerektiğini bildikleri halde gerçek anlamıyla uygulamazlar. Şükretmeyi de tam anlamıyla yapamazlar, yalnızca, çok büyük ya da çok zor sahip oldukları bir şey için şükrederler. Kuran’ı gereği gibi düşünmediklerinden her nefes alışlarında, yaşadıkları her saniyede şükretmeleri için kendilerine verilen sayısız nimet olduğunu göz ardı ederler.
Böylelikle, Allah’ın varlığını bilmelerine rağmen, “Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın…” (Nisa Suresi, 36) ayeti gibi, pek çok Kuran ayetinde Allah’ın, Kendisine şirk koşulmasını yasaklayan emirlerine muhalefet ederek şirk koşarlar. O derece gaflet içindedirler ki, herşeyin alenen, eksiksizce ortaya döküldüğü, ahiret gününde dahi kendilerini kurtarabilmek için daha önce şirk koştuklarını inkar edecek derecede bir şuursuzluk gösterirler:
Onların tümünü toplayacağımız gün; sonra şirk koşanlara diyeceğiz ki: “Nerede (o bir şey) sanıp da ortak koştuklarınız?”
(Bundan) Sonra onların: “Rabbimiz olan Allah’a andolsun ki, biz müşriklerden değildik” demelerinden başka bir fitneleri olmadı (kalmadı).
Bak, kendilerine karşı nasıl yalan söylediler ve düzmekte oldukları da kendilerinden kaybolup-uzaklaştı. (Enam Suresi, 22-24)
Müşriklerin bu durumuna karşı iman edenler şöyle uyarılmışlardır:
‘Gönülden katıksız bağlılar’ olarak, O’na yönelin ve O’ndan korkup-sakının, dosdoğru namazı kılın ve müşriklerden olmayın. (O müşrikler ki,) Kendi dinlerini fırkalara ayırmış ve kendileri de parça parça olmuşlardır; ki her grup kendi elindekiyle övünüp sevinç duymaktadır. (Rum Suresi, 31-32)
Ayetlerden açıkça anlaşıldığı gibi, dinlerini fırkalara ayırmış müşriklerin içinde bulundukları sapkın durumu, övünç ve sevinçle karşılamaları, onların ne derece büyük bir gaflet içinde bulunduklarını göstermektedir. Yaptıklarının yanlış olduğunu bildikleri, doğrulara şahit oldukları halde hakka yönelmez, kendi istek ve tutkuları doğrultusunda yaşamlarını sürdürürler.

ŞEYTANIN İMAN EDENLERİ GAFLETE DÜŞÜRME ÇABASI

ŞEYTANIN İMAN EDENLERİ GAFLETE DÜŞÜRME ÇABASI
Şeytanın en büyük hedeflerinden biri, insanları Allah’ın yolundan saptırmak ve cehenneme sürüklemektir. Onları olmadık kuruntularla meşgul ederek, akıllarını karıştırmaya ve sağlıklı düşünmelerini engellemeye çalışır.
Mümin, aklı açık, şuurlu, herşeyi detaylı bir şekilde düşünüp isabetli kararlar veren, örnek davranışlar sergileyen bir ahlaka sahiptir. Bu özellikler müminin imanının ve Allah korkusunun bir sonucudur. Ancak, şeytan zaman zaman unutkanlığını, dikkatsizliğini ya da bilgisizliğini fırsat bilerek -anlık da olsa- mümini gaflete sürüklemek ister.Allah, “Şeytan sakın sizi (Allah’ın yolundan) alıkoymasın. Gerçekten o, sizin için açıkça bir düşmandır” (Zuhruf Suresi, 62) ayetiyle müminleri bu tehlikeye karşı uyarır. “Hiç şüphesiz, şeytanın hileli düzeni pek zayıftır” (Nisa Suresi, 76) ayetiyle de, iman edenler için şeytanın sinsi planlarının geçersiz olduğunu müjdeler. Bunu bilen şeytan, insanları saptırmaya yemin ederken, -katıksızca, gönülden Allah’a iman eden- ihlaslı kulları, bunun dışında tutmaktadır. Kuran’da şeytanın bu yeminini içeren sözleri şöyle haber verilmektedir:
Dedi ki: “Senin izzetin adına andolsun, ben, onların tümünü mutlaka azdırıp kışkırtacağım. Ancak onlardan, muhlis olan kulların hariç.” (Sad Suresi, 82-83)
Şeytan müminleri Allah’ın yolundan saptıramayacağını bildiği halde yine de vesvese vererek bir an için bile olsa kafalarını karıştırmaya, onları gaflete düşürmeye çalışır. Müminlerin daha fazla ecir almalarını, Allah Katında daha yüksek dereceler kazanmalarını engellemeye çalışır. Örneğin, hayır yapacak bir kişiye bunu daha sonra yapabileceğini düşündürerek, o hayrı yapmasına engel olmaya çalışır. Ya da, “Müminlerden, özür olmaksızın oturanlar ile, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cehd edenler (çaba harcayanlar) eşit değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cehd edenleri (çaba harcayanlar) oturanlara göre derece olarak üstün kılmıştır. Tümüne güzelliği (cenneti) vaat etmiştir; ancak Allah, cehd edenleri (çaba harcayanlar) oturanlara göre büyük bir ecirle üstün kılmıştır.” (Nisa Suresi, 95) ayetinde belirtildiği gibi bazı müminleri Allah yolunda mücadeleden alıkoyarak, onların daha üstün dereceler kazanmalarını engellemek ister.
Şeytan müminlerin, zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda gösterebilecekleri bir anlık gevşekliği fırsat bilerek, onlara vesvese vermeye çalışır.
Allah insanı şüphesiz, zorlukla da denemektedir. Zorluk, baskı ve sıkıntının yaşandığı zamanlarda insanların gösterdikleri tavırlar çok önemlidir. Nitekim, Peygamberimiz döneminde sürekli onun yanında yer alan ve onunla birlikte savaşa çıkan müminlerden bazıları, savaşın kızıştığı zor zamanlarda gaflete kapılabilmişlerdir. Bu hatalı davranışın haber verildiği ayet şöyledir:
Hani onlar, size hem üstünüzden, hem alt tarafınızdan gelmişlerdi; gözler kaymış, yürekler hançereye gelip dayanmıştı ve siz Allah hakkında (birtakım) zanlarda bulunuyordunuz. (Ahzab Suresi, 10)
Allah, bu tür yanılgılar nedeniyle anlık gaflete düşen müminleri, tevbe etmeleri halinde bağışlayacağını Kuran’da müjdelemiştir. Tevbe, hata yapan mümine tanınan çok büyük bir imkandır. Kuran’da savaştan geri kalan üç müminin yaşadıkları pişmanlık ve Allah’ın onları bağışlaması şöyle anlatılmaktadır:
(Savaştan) Geri bırakılan üç (kişiyi) de (bağışladı). Öyle ki, bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmişti, nefisleri de kendilerine dar (sıkıntılı) gelmişti ve O’nun dışında (yine) Allah’tan başka bir sığınacak olmadığını iyice anladılar. Sonra tevbe etsinler diye onların tevbesini kabul etti. Şüphesiz Allah, (yalnızca) O, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir. (Tevbe Suresi, 118)
Hata yapınca, “herşeyi kaybettim”, “bu durumu düzeltmem, telafi etmem imkansız” şeklinde bir ümitsizliğe kapılmak da, şeytanın gaflete düşürmek için verdiği vesveselerden biridir. Ancak mümin bu tür düşüncelerin şeytanın vesvesesi olduğunu bilir ve bu vesveselere kulak vermez. Hemen Allah’a yönelir. Tevbe ederek, gaflete düşmekten Allah’a sığınır. Müminlerin şeytanın vesveseleri karşısındaki bu tavırları Kuran’da şöyle bildirilir:
(Allah’tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah’ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir. (Araf Suresi, 201)
Müminler, kendilerini gaflete sürükleyecek boş kuruntulardan Allah’a sığınarak ve her an Allah’ı anarak sakınırlar. Ayrıca Kuran’ı sürekli okuyup, ayetler üzerinde tefekkür ederek ve bol bol dua ederek anlık da olsa karşılaşabilecekleri gaflet tehlikesinden Allah’ın izniyle korunurlar.

GAFLETTE OLANLARIN ÖZELLİKLERİ

GAFLETTE OLANLARIN ÖZELLİKLERİ

Gaflet içinde, Allah’ın ve ahiretin varlığını göz ardı eden insan, dünyada belli istek, beklenti ve tutkulara odaklanmıştır; bunların peşinden adeta büyülenmişçesine koşar. Dünyada, kendince belirlediği makam, mevki, mal-mülk sahibi olmak gibi amaçlar doğrultusunda çaba sarf eder. Sürekli olarak, kazandığı ya da kazanacağı parayla yapabileceği şeyleri düşünür, bunların hayallerini kurar ve bunlardan bahseder. Bunlarla o kadar meşgul olur ki Allah’ın emir ve yasaklarını göz ardı eder, hatta aklına bile getirmez. Allah’ın ilim ve kudretini hakkıyla kavrayamadığı için de O’nun emir ve yasaklarını yerine getirmemekte, Rabbimizin sınırlarını aşmakta bir sakınca görmez.
Allah’ın anılması ahirete inanmayanların vicdanlarının sesini yükseltir ve onlara gaflet içinde olduklarını hatırlatır. Onlar ise, Allah’a karşı sorumlu olduklarını hatırlamak ve bu sorumluluklarını yerine getirmek nefisleriyle çatıştığından, içinde bulundukları gaflete sıkı sıkıya sarılmayı tercih ederler. Bu nedenle, Allah anıldığı zaman, içlerinde büyük bir sıkıntı duyarlar. Kuran’da, “Sadece Allah anıldığı zaman, ahirete inanmayanların kalbi öfkeyle kabarır. Oysa O’ndan başkaları anıldığında hemen sevince kapılırlar” (Zümer Suresi, 45) ayetiyle bu kişilerin durumu haber verilmektedir.
Şimdi gaflet içindeki kişilerin genel özelliklerini inceleyelim:

ALLAH’I VE AHİRETİ ANMAZLAR , KALPLERİ DÜNYA HIRSIYLA DOLUDUR

ALLAH’I VE AHİRETİ ANMAZLAR , KALPLERİ DÜNYA HIRSIYLA DOLUDUR
Kuran’da müminlerin ahlakı tarif edilirken yapılırken dünyadaki hiçbir şeyin onları Allah’ı anmaktan ve üzerlerine farz kılınan ibadetleri yerine getirmekten alıkoymadığı bildirilir:
(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah’ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten ‘tutkuya kaptırıp alıkoymaz’; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar. (Nur Suresi, 37)
Bu ayette bildirildiği gibi, müminler hiçbir zaman arzularını tutku haline getirip, hırsla onların peşinden koşmaz, Allah’ı anmaktan ve O’nun emirlerini yerine getirmekten yüz çevirmezler.
Ne var ki, müminlerin aksine gaflet içindeki insanların kalpleri dünya malına sahip olma hırsıyla doludur. Bu hırsla, ne durumda olurlarsa olsunlar, hep daha fazlasını kazanmak ve daha iyi yaşamak için çalışırlar. Para ile güç ve kişilik kazanarak, mutlu olabileceklerini düşünürler. Önce kazanmaya çalışır, sonra da kazandıklarını yığıp-biriktirmeye başlarlar. Bu hırslarını meşru ve makul göstermek için de çeşitli bahaneler öne sürerler. Allah’ın rızası için kazanıp, harcamaktan kaçınan, yalnızca dünyevi arzularını tatmin etmeyi düşünerek malını yığıp-biriktiren bu insanları bekleyen son Kuran’da şöyle haber verilmektedir.
Bunların üzerlerinin cehennem ateşinde kızdırılacağı gün, onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak (ve:) “İşte bu, kendiniz için yığıp-sakladıklarınızdır; yığıp-sakladıklarınızı tadın” (denilecek). (Tevbe Suresi, 35)

Ki o, mal yığıp biriktiren ve onu saydıkça sayandır. Gerçekten malının kendisini ebedi kılacağını sanıyor. Hayır; andolsun o, ‘hutame’ye atılacaktır. (Hümeze Suresi, 2-4)

Mal ve mülk hırsı nedeniyle kendini bekleyen bu sondan gafil olan insanın zihnini, para kazanma ve harcama tutkusu sürekli meşgul eder. Para kazanıyorsa, parasıyla elde edebileceklerini düşünür, eğer kazanamıyorsa da gıpta edip imrendiği şeylere sahip olmanın yollarını arar. Bu düşüncelerinin sebep olduğu gaflet onu, Allah’ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekatı vermekten alıkoyar. Oysa kalbi yalnızca Allah’ın rızasını kazanma arzusuyla dolu bir mümin kazandığı parayı, elde ettiği mal ve mülkü yalnızca Allah’ın verdiğini ve bütün bunları O’nun rızasını kazanmak için harcaması gerektiğini hiç unutmaz. Sadece Allah’ın rızasını ve rahmetini düşünerek, dine katkıda bulunmak amacıyla işine sarılır. Bu durumda müminin samimi bir çabanın dışında hırs ve tutkuya kapılması söz konusu değildir. Bu durumu ise, günün her saatinde Allah’ı anmasına, O’na yönelerek dua etmesine ve herşeyin Rabbimizden geldiğini bilerek, sahip olduklarının tümünü ancak bir şükür ve zikir vesilesi olarak görmesine sebep olur.
Büyük bir mülk sahibi olduğu halde malını bir hırs ve oyalanma konusu yapmayan, onu bir şükür ve zikir vesilesi olarak gören Hz. Süleyman’ın bu örnek tutumu Kuran’da insanlara şöyle bildirilir:
Hani ona akşama yakın, bir ayağını tırnağı üstüne diken, öbür üç ayağıyla toprağı kazıyan, yağız atlar sunulmuştu. O da demişti ki: “Gerçekten ben, mal (veya at) sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim.” Sonunda bu atlar (koştular ve toz) perdesinin arkasına saklandılar. (Sad Suresi, 31-32)
Allah, Hz. Süleyman’a o zamana kadar kimseye vermediği bir güç ve iktidar vermiştir. Süleyman Peygamber de bu imkanlarını Allah’ın şanını yüceltmek, O’nun dinini anlatmak ve dinin izzet ve şerefini yaymak için kullanmıştır. Her zaman mal ve mülkün gerçek sahibi olan Allah’a şükretmiştir.
Gaflet içinde Allah’ın rızasından yüz çevirerek, zenginlik, makam ya da şöhretin mutluluk ve huzur getireceğini düşünenler, bu tür sohbetlerin yapıldığı ortamlardan da büyük bir nefsani zevk alırlar. Kendini övme, başkalarını eleştirme gibi konular üzerinde konuşur, boş ve faydasız konuşmaların yer aldığı televizyon programlarını saatlerce izlerler. Hiçbir sonuca varılamayan, hiçbir fayda sağlamayan bu sohbetleri büyük bir zevkle dinlerken, Kuran’ı dinlemekten hoşlanmaz hatta dinlemeye katlanamazlar. Gaflet içindeki bu insanların durumu bir ayette şöyle haber verilmektedir:
Ki onlar, Beni zikretme (konusun)da gözleri bir perde içindeydi. (Kuran’ı) dinlemeye katlanamazlardı. (Kehf Suresi, 101)
Oysa müminin kalbi dünya nimetlerine sahip olmaktan ya da bu konudaki boş sohbetlerden dolayı değil, ancak Allah’ı zikretmekten, Kuran okumaktan ve bulunduğu ortamda Allah’ın anılmasından huzur bulur. Çünkü Allah’ın, “Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur.” (Rad Suresi, 28) ayetinde bildirdiği gibi, kalpler sadece Allah anıldığında rahatlayarak huzur bulur.

AKILSIZDIRLAR

AKILSIZDIRLAR

Cahiliye toplumuna göre akılsızlık, yalnızca zihinsel özürlü olan ve anormal davranışlar gösteren insanlar için geçerlidir. Oysa Kuran’a göre bu tanım daha farklıdır. Kuran’a göre Allah’ı ve ahiret gününü tanımayan, Allah’ın rızasının değil, kendi nefsinin ve hevasının istekleri doğrultusunda yaşayan insanlar akledemeyen kimselerdir. Bu tarife göre düşünüldüğünde ise, akılsız kimselerin yalnızca akıl hastanesindeki hastalardan ibaret olmadığı, toplumun oldukça geniş bir kesiminin bu tanımın içinde yer aldığı görülür.
Akıl, Allah’ın mümine verdiği en büyük nimetlerden biridir. Akıllı insan, vicdanını sonuna kadar kullanan, Allah’ın ilim ve kudretini gereği gibi takdir edebilen, O’na karşı saygı dolu bir korku duyan, O’nun rızasını kazanmaya, kendini sonsuz azaptan korumaya çalışan ve ahiretteki sonsuz nimetlere kavuşmak için çaba harcayan insandır. Bu insanlar Allah’ın yarattıkları üzerinde derin derin düşünüp Allah’ın sonsuz gücünü ve büyüklüğünü hakkıyla takdir edebilen insanlardır, yani müminlerdir. Bu yetenekten yoksun akılsız insanların Kuran’da tarif edildiği ayet ise şöyledir:
Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı, böylece onların kendisiyle akledebilecek kalpleri ve işitebilecek kulakları oluversin? Çünkü doğrusu, gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler körelir. (Hac Suresi, 46)

Bu akılsız insanların en belirgin özelliği ise, tutkuyla bağlandıkları dünya hayatını ahirete tercih etmeleridir. Oysa Kuran’da Allah, dünya hayatının gerçek yönünü tarif ederek bu konuda aldanış içinde olan insanları akletmeleri için şöyle uyarmaktadır:
Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve bir oyalanmadan başkası değildir. Korkup-sakınmakta olanlar için ahiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz? (Enam Suresi, 32)


Size verilen herşey, yalnızca dünya hayatının metaı ve süsüdür. Allah katında olan ise, daha hayırlı ve daha süreklidir. Yine de, akıllanmayacak mısınız? (Kasas Suresi, 60)


Andolsun, size (bütün durumlarınızı kapsayan) zikrinizin içinde bulunduğu bir Kitap indirdik. Yine de akıllanmayacak mısınız? (Enbiya Suresi, 10)

Allah’ın yeryüzünde yarattığı mükemmel ve düzenli sistemleri, canlıları ve ibret olmak üzere yarattığı şeyleri görebilmek ancak gafletten uzak, aklını kullanabilen müminlere has bir özelliktir. Şuuru açık, akıllı bir mümin etrafında gördüklerini dikkatle inceler ve gördüklerinin üzerinde derin derin tefekkür eder. Allah Kuran’da sivrisineği, balarısını, örümceği ve yarattığı pek çok canlıyı insanların düşünüp akletmeleri için ilmine, kudretine ve sanatına örnek göstermiştir. Fakat, yaptıkları işlerden sahip oldukları birçok özelliğe kadar canlılardaki mükemmelikleri bilip, bunlarla Allah’ın gücünü ve sanatını takdir edebilmek ancak akıl sahibi müminlere has bir özelliktir. Gaflet içindeki akılsız insanlar için ise, bu canlılar her gün etraflarında görmeye alıştıkları basit sıradan varlıklardır. Arıyı, sadece çiçeklere konan ya da vızıltı çıkartarak uçan bir hayvan olarak, sivrisineği de sadece kan emen bir düşman olarak görmek gaflet içinde akledemeyen insanlara has bir özelliktir. Bu insanların Allah katındaki konumu ise Kuran’da şöyle haber verilmektedir:
Gerçek şu ki, Allah katında, yerde debelenenlerin en kötüsü, (bir türlü) akıl erdirmez olan sağırlar ve dilsizlerdir. (Enfal Suresi, 22)

Gaflet içindeki insanların durumunda önemli olan diğer bir nokta ise akıl ve akılsızlık arasında doğru bir ayırım yapamadıkları için kendilerini akıllı, akıllı insanları ise aklısız zannetmeleridir. Gafillerin bu çarpık bakış açıları Kuran’da şöyle haber verilmiştir:
Ve (yine) kendilerine: “İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin” denildiğinde: “Düşük akıllıların iman ettiği gibi mi iman edelim?” derler. Bilin ki, gerçekten asıl düşük-akıllılar kendileridir; ama bilmezler. (Bakara Suresi, 13)